Türkiye’ de Ortaklık Kültürü ve Ortaklıkların Başarısızlık Nedenleri

Aslında işin özeti şu, sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Millet olarak iş hayatında ortaklık kültürüne sahip değiliz ve kurduğumuz ortaklıkların çok büyük kısmı başarısız oluyor.

Peki, ortaklık neden bu kadar önemli? Doğru ortaklık yapılarının kurulmasının gerekliliği nereden kaynaklanıyor? Dünyada olduğu gibi ülkemizde de işletmelerin çok büyük bir kısmı KOBİ diye tabir tabir ettiğimiz Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler ve bir çoğu kısıtlı sermaye ile kurulmuş durumda. Gerek şahıslar, gerekse işletmeler arasında kurulacak başarılı yerli ve/veya yabancı ortaklıklar, işbirlikleri işte bu sermaye yapısının güçlendirilmesi, ölçek ekonomisinden (economies of scale) yararlanılması, kurumsal yapıların oluşturulabilmesi, tarafların farklı know-how ve deneyimlerinden faydalanılması ve hepsinin sonucu olarak da, işletmelerin uzun ömürlü olarak, ekonomiye katkı sağlanması noktasında çok büyük önem taşımakta. Zira istatistiklere göre, kurulan işletmelerin %95′ i 10. yıllarını dahi göremiyor.

Aslında hayatımızın her anı ortaklıklar üzerine kurulu ve aile olsun, yaşamın diğer alanlarında olsun ortaklık yapmak, paylaşımda bulunmak, özveri, mütevazılık, hakkaniyet gibi hususlarda oldukça başarılı olduğumuz söylenebilir. Hatta bunların bir çoğu ulusça övünç kaynağı haline getirdiğimiz hasletler. Ancak; söz konusu ticaret olunca -hangi ölçekte olursa olsun- ortaklık konusunda başarısız oluyoruz. Bu yazıda da bu başarısızlığın sebepleri üzerinde durmak istemekteyim.

Ortaklık kültürü oluşturamamamızın tek ve değişmeyen bir sebebi yok aslında, çözüm için standart bir reçete de. Her ortaklığı ve ortağı, içerisinde bulunduğu şartlar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Ancak yine de bu başarısızlığın belli başlı sebeplerini saymamız pekala mümkün:

Türkiye’ de Ortaklık Kültürü ve Ortaklıkların Başarısızlık Nedenleri

1. Bağımsız hareket etme isteği: “Küçük olsun benim olsun,” düşüncesi ile hareket etme, ortaklıkların önündeki en büyük engel. Kişinin çevresindeki ortaklıklara baktığında böyle düşünmesi ise normal karşılanmalı aslında, birçok iş insanı da ortaklıklardan uzak durulmasını tavsiye edeceklerdir. Ancak, ortaklıklar dışında fazla da bir alternatifimiz yok, eğer kısıtlı girdilerle başarıyı yakalamak istiyorsak. Tespitimiz, bu düşünceye sahip kişilerin yaptıkları ortaklıklarda tatmin seviyesinin genellikle düşük olduğu ve bu ortaklıkların uzun ömürlü olmadığı yönünde. Zira ortaklık kültürü, bir diğer adıyla paylaşma kültürüdür.

2. Kişisel egolar: Ortaklıkta tarafların kişisel egolarını törpülemeleri başlıca şartlardan birisidir. Karşı tarafa empati kurabilmesi, onun gözünden de bakabilmesi, sınırlarını bilmesi başarı için olmazsa olmazlardandır. Çoğu işbirliğinde ise, kendi fikirlerini dayatma, ön planda olma gibi benmerkezcil davranışların (ortakların birbirlerini tanıdığı ve tarttığı) ilk dönemlerde olmasa dahi, zaman içerisinde ortaya çıkmaya başladığı ve bunun da ortaklığı yavaş yavaş sona yaklaştırdığı görülmektedir.

3. Ortaklar arasındaki dengesizlik: Başarılı bir oluşum için şahıs ortaklıklarında tarafların demografik, kültürel, ekonomik, eğitim, aile, siyasi görüş vb. özelliklerinin arasında bir benzerlik ve paralellik olması önemlidir. Birbirine tamamen zıt karakterde kişiler veya aralarında güç dengesinin kurulamadığı şirketler ticari bir menfaat çevresinde bir araya gelseler dahi, uzun vadede sorunların yaşanması yine kaçınılmaz olmaktadır.

Bu başlık altında irdelenmesi gereken bir diğer husus ise, sermaye – emek ortaklıklarının durumudur. Bildiğiniz üzere bazı ortaklıklarda bir taraf sermaye koyarken, diğer taraf emeğini ve bilgi birikimini (tecrübe, know-how olarak okuyunuz) ortaya koymaktadır. Ancak; bu iki girdinin birbiriyle nicel olarak kıyaslanması oldukça zordur ve zaman içerisinde problemlere yol açabilmektedir. Genellikle ortaya çıkan sonuç, algı olarak sermayenin daha değerli olması nedeniyle, sermaye koyan tarafın karar alıcı olduğu bir sürece doğru evrilmektedir ve bu durum ortaklık yapısı üzerinde yıkıcı olabilmektedir.

4. İşleri yazılı yapmamak, yazılı olanları koşullara göre güncellememek: Aslında kişisel fikrime göre, listenin en başında yer alması gereken husus işlerin yazılı yapılmaması, ortaklığın önceden belirlenmiş kurallar, standartlar ve sınırlar çerçevesine oturtulmamasıdır. Milletçe hiçbir konuda yazmayı ve okumayı sevmediğimiz gibi, ticari ortaklıklarımızda da aynı hatayı bile bile sürdürmekteyiz. Ömür boyu birlikte çalışacağımızı düşündüğümüz kişiye böyle bir teklifte bulunmanın çok ayıp olacağına inanmaktayız. Bizler için yazılı bir mutabakat talep etmek, karşı tarafa olan güvensizliğimizin bir dışa vurumu anlamına gelmekte. Oysa ki, bu gayet doğal karşılanması gereken ve yapılması zorunlu olan bir durum.

Kanunlarımız da sermaye şirketlerinde ortaklık sözleşmesinin yazılı olarak yapılmasını şart koşmakta. Özüne indiğinizde, şirket ana sözleşmesinde yer alan hususlar, ortaklığın her halükarda uygulayacağı standartlardan başka bir şey değil. Burada amaçlanan, oyunun kurallarının başta belirlenmesi. Ancak “kervan yolda dizilir,” anlayışına sahip toplumumuzda ne derece anlaşılıyor, orası şüpheli. Peki, uygulamada durum nasıl? Tabii ki, yanlışlarla dolu! Muhasebeciler tarafından o şirkete uyarlanmış tip sözleşmelerden öteye gidemiyoruz maalesef. Ortaklığımız, şirketimiz ve hatta hayatımız için böylesine önemli bir konuda nasıl oluyor da bu kadar umursamaz olabiliyoruz? veya şöyle sorayım, kaç işletmeci şirketinin ana sözleşmesinde yazanları iyi şekilde biliyor?

Bu hususta bir diğer söylenmesi gereken de, ortaklıklarda gerekli hazırlık sürecinin olmaması veya bu sürecin iyi değerlendirilmemesidir. Oysa ki, bu süreçte her şey masaya yatırılmalı ve tartışılmalıdır. Fizibiliteden, iş planından vs. hiç bahsetmiyorum bile, zaten yok veya yetersiz.

5. İşlerin kötü gitmesi: İlk başlarda ortaya konulan sermaye harcandığından, elde birikim olduğundan, henüz şahsi servetler söz konusu olmadığından ötürü her şey güllük gülistanlık gelmektedir. Yeni kurulan bir işin verdiği heyecanın da etkisiyle… Ancak zaman geçtikçe ve işler kötüye gitmeye başladıkça ortaklar arasındaki ilişkiler de kötüye gitmeye başlamaktadır. Hata karşı tarafta aranmakta, insanoğlu doğası gereği dışarıda bir suçlu bulma çabasına girişmektedir. Bu suçlu da çoğu zaman ortaklar olmaktadır. Özetle, işlerin kötü gitmesi, ortaklığın bozulmasının bir sonucu olması gerekirken, kendi başına ortaklığın bozulmasına yol açan bir etmen olarak karşımıza çıkmaktadır.

6. İşlerin iyi gitmesi: “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu,” dediğinizi duyar gibiyim ama durum aynen bu. İşler kötüye gittiğinde çatırdayan ortaklıklarda olduğu gibi, işler iyiye gittiğinde de sıkıntılar baş göstermektedir. Kazanılan paranın hakkaniyetli bir şekilde bölüşülmesinde yaşanan sıkıntılar, işletmeden daha fazla menfaat sağlanması yönünde gelişen düşünceler ortaklık kültürüne darbe vurmaktadır.

7. Ortakların işe bakış açıları ve beklentileri: Ortakların, kurumsal firma deneyimi olan, vizyon sahibi, eğitimli olmaları halinde daha az sorunla karşılaşıldığı aşikardır. Bunun tam aksi durumda da başarısızlık gelmektedir. İşe bakış açısından ortaya çıkan farklılıklar kadar, tarafların o işten beklentileri ve uzun vadede hedefleri de başarısızlık yönünden önem arz etmektedir. Büyüme planları konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, ortakların risk algılarındaki farklılıklar, işi hangi noktaya getirmek gerektiği konusundaki görüş ayrılıkları ortaklığı bekleyen tehlikelerden bazılarıdır.

8. Aile şirketleri: Ortaklık sorunlarının yaşandığı mecraların başında aile şirketleri geliyor dersek, yanılmış olmayız. Zira, Türkiye’ deki işletmelerin çok büyük bir çoğunluğu (takriben %90) aile ortaklığı veya belirli bir süreçte aile ortaklığı formatına dönüşüyor. Mevcut holdinglerimizin neredeyse tamamı ailelerin yönetiminde. Halka açık şirketlerde dahi ailelerin payı, halka arz edilenin çok çok üstünde. Üstelik aile şirketlerinde, “Aile Anayasası”, “Aile Konseyi”, “Devir Planı” gibi modern kavramlar da halen tam anlamıyla hayata geçirilebilmiş değil.

Başarılı aile şirketlerinde kurucuların temelde şu üç şeyi başardıkları görülmektedir: Zamanı geldiğinde işin idaresinden çekilmek; aile bireylerini ve özellikle yeni kuşakları şirket içinde görev alabilecek şekilde yetiştirmek ve kurumsal yapıyı güçlendirmek (kurumsallaşmak olarak okuyunuz).

Ancak bunu başarabilen aile şirketlerinin sayısı oldukça az. Hal böyle olunca da, bir çok aile şirketi 2. kuşakta yok olup gitmekte. Aile bireyleri arasındaki çekişmeler, ailevi sorunların işe yansıtılması, zaman içerisinde aileye dışarıdan giren 3. kişilerin iş üzerindeki etkileri, şirketin itibarının doğrudan ailenin itibarı anlamına gelmesi ve bu hususta yaşanabilecek olumsuzluklar vs. aile ortaklıklarında birer başarısızlık nedeni olmakta. Halk arasında “eşlerin işe asla karıştırılmaması gerektiği” yönünde ses bulan dar kapsamdaki düşünceye, aslında aile şirketlerinde yaşanan sorunların bir yansıması, bir özeti olarak bakmak gerekmekte.

9. Kayıt Dışılık: Türkiye’ deki mali sistemin en önemli sorununu hepimiz biliyoruz, kayıt dışılık. Vergi konusunda da, istihdam anlamında da bu böyle. Bunu doğuran neden ise, işletmelerdeki kayıt dışı faaliyetler. Sebepleri ve gerekliliği gibi hususlar ayrı bir yazı konusu olabilir, ancak burada özellikle bu kayıt dışı çalışmanın ortaklıkları başarısızlığı götürdüğü gerçeğine vurgu yapmak istemekteyim.

Kayıt dışı çalışma, ortakların işletmelerini, kendilerini ve birbirlerini denetleyememeleri sonucunu doğurmakta ve ortaklıktaki en başta gelen şarta, “güven” unsuruna zarar vermektedir. 4. maddede sözünü ettiğimiz “İşleri Yazılı Yapmama” ve “Kuralları Baştan Belirlememe” nin doğal bir sonucudur aslında, kayıt dışı çalışma ve sürdürülebilir değildir.

10. Şirket ve Şahsi Maliye Ayrımının Olmaması: Sadece ortaklıklar için değil, her türden işletmenin en büyük sorunlarından birisi, “sağ cebinden sol cebine koymak” şeklinde jargonda yerleştiği üzere, işletme sahiplerinin şahsi kasaları ile işletme kasalarını aynı görmeleridir. Kayıt dışılık ile eş anlamlı addettiğimiz bu durum, özellikle ortaklıklar açısından çok daha tehlikelidir ve zaman içerisinde “hesap verilebilirliği” imkansız kılmasıyla, bir başarısızlık faktörü yaratmaktadır.

11. Ortaklığın Sona Erdirilmesi Prosedürlerinin Planlanmamış Olması: Hayatın doğası gereği, kurulan birlikteliklerin sona erdirilmesi de oldukça olağandır. Zira değişen koşullar, değişmesi gereken tavırları gerektirebilmektedir. Bu yazımızda değinmiş olduğumuz ortaklık hazırlık sürecinde ve her şeyin yazıya dökülmesi evresinde, ortaklığın ne şekilde sona erdirileceği -kuvvetle muhtemel- belirlenmemiş (hatta nazar değmesin diye akla bile getirilmemiş, dillendirilmemiş) olduğundan, o gün geldiğinde, bir ortağın ayrılması ile aslında büyük zarar görmeyecek ve yoluna devam edebilecek şirketler dahi, yanlış yönetilen ayrılma süreci nedeniyle yok olup gitmektedir.

 

Türkiye’ de Ortaklık Kültürü ve Ortaklıkların Başarısızlık Nedenleri, Bu yazı ilginizi çektiyse, içerisinde bu yazıdan değinmeler bulacağınız “İşinizi Batırmanın 40 Yolu” başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir