Ne kadar tuhaf değil mi? Koronavirüs nedeni ile Çin’ deki ilk ölüm 11 Ocak 2020 tarihinde yaşandı ve bugün bu tarihin üzerinden tam 3 ay geçti. 3 ay gibi çok kısa bir sürede dünyanın geldiği durum ise, daha on yıllar boyunca anlatılacak bir kabusa dönüştü bile. Ülkemizdeki ilk vak’anın 10 Mart 2020 tarihinde tespit edildiğini düşündüğümüzde ise bu konunun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor. Sadece 1 ayda ülkenin geleceğini tehdit eder hale gelen bir salgından bahsediyoruz ve konunun da bu kapsamda ele alınması gerekiyor. Hep vurguladığımız gibi, olayın sağlık boyutundan sonra çok daha büyük bir enkaz ile karşılaşacağız: Ekonomi… Gelir Harcama Zinciri kırılıyor, kriz derinleşiyor.
Yukarıdaki şekil normal bir ekonomide söz konusu olan sistemi, ” Gelir Harcama Zinciri ” ni göstermekte. Doğal süreçte, büyüyen bir ekonomide gelir artışına paralel olarak bireysel ve kurumsal harcama miktarı yükselecek, bu durumda tasarruflar artacak, bu tasarruflar yatırıma yönelecek ve bunun doğal sonucu olarak da üretim artacaktır. Artan üretim ile birlikte gelirler de artacak ve bu sayede ekonomi büyürken, toplumsal refah da artacaktır.
Ancak, Koronavirüs nedeniyle yaşadığımız süreçte, bu sistemin zincirlerinden en önemlisi kırılmak üzere ve bunun doğal sonucu olarak da çarkların durma noktasına gelmesi an meselesi. 2008 krizi başta olmak üzere daha önceki krizlerde de bu yönde bir sonuç ortaya çıkmış ve sistemin dişlilerinde yaşanan sıkıntılar tüm sistemi tehdit eder hale gelmişti. Ancak, bu seferki krizin öncüllerinden bir farkı var: Bu seferki kriz ekonomik sistem içerisinde ve sistem tarafından oluşturulmuş değil, tamamen dışarıdaki bir faktöre, bir virüse dayanıyor ve bu faktörün ne zaman sıfırlanabileceği halen bilinmiyor. Dolayısı ile hem bu dış etken ile savaşmak, hem de ekonomik sistemin devamlılığı sağlanmak durumunda. Bu da mücadeleyi asıl zora sokan temel unsur. Ayrıca, bu sefer hem arz hem de talep tarafında ciddi bir sıkıntı söz konusu !
Şu anda yaşadığımız durum, Koronavirüs önlemlerinin doğal sonucu olarak yaşanan gelir kaybı. Henüz 1 aylık bir süreçten bahsediyor olsak da, istisnai haller dışında, işletmelerin çoğunluğunun ve dolayısı ile hane halkının gelirleri büyük miktarda düşmüş durumda. Bunun için en büyük gösterge işsizlik rakamları. Bu gelir düşüşü otomatik olarak harcama (tüketim) üzerinde de büyük bir düşüşe yol açacaktır. Mevcut kredi kartı kullanım istatistikleri de bunu destekler nitelikte. Üstelik bu iki önemli sistem parçası açısından daha krizin henüz başlarında olduğumuzu da eklemek gerekiyor. Gelir ve harcama basamaklarındaki radikal düşüş sırasıyla tasarruf, yatırım ve üretim kalemlerini de olumsuz etkilemekte ve daha fazla etkileyecek. Şu ortamda yatırım veya üretim artışından bahsetmek zaten söz konusu değil. Bu şekilde azalan gelir ile süreç tekrar başlayacak ve bu kısır döngü sürdüğü sürece de birbirini tetikleyen düşüşler toplumsal refah üzerinde kalıcı hasarlar verebilecektir.
Konunun uzmanlarına kulak verdiğimizde, zincirin diğer halkalarında yapılacak müdahalelerin, gelir düşüşü nedeniyle ve içerisinde bulunulan koşullar dikkate alındığında, hedeflenen etkiyi sağlayamayacağı ve bu noktada yapılması gerekenin doğrudan gelir artışı sağlayacak önlemlerin alınması olduğu yönünde bir görüş birliği göze çarpıyor. Şu ana kadar alınan ekonomik tedbirlerin bu istikamete ters yönde alınıyor olması veya gelir artışı üzerinde doğrudan etki yapacak önlemlerin zamanında ve yeterli oranda alınmaması da şu anda ekonomi yönetimine getirilen eleştirilerin başında geliyor. Zira, şu dönemde insanları tüketime özendirecek tedbirler karşılık bulamayacaktır, çünkü büyük bir gelir düşüşü ve tedirginlik söz konusu. Benzer şekilde üretimi sürdürmek veya arttırmak da somut bir fayda sağlamaktan uzakta, üretilecek ürünlerin tedarik zincirine sunulmasındaki zorluklar (kapanan işletmeler vb.) ve bunun da ötesinde o ürünleri alacak kişilerin alım güçlerinin düşmesine (ve sokağa çıkma yasağı vb. nedenlerle) bağlı olarak.
Bu noktada, yapılması gereken parasal genişlemenin yaratılması ve bu paranın doğrudan işletmelere (ki dünya genelinde alınan başlıca tedbirlerden birisi bu görülüyor, çünkü doğrudan istihdama etki ediyor) ve/veya dolaylı ya da dolaysız olarak kişilere gelir arttırmak amacıyla verilmesi şeklinde. Birkaç milyon haneye yapılan yardımlar ve emeklilere yapılan ödemeler vb. bu yönde atılmış olumlu adımlar olarak değerlendirilmelidir, ancak yaklaşık 700 milyar USD büyüklüğündeki bir ekonomide, bir kaç milyar Türk Lirası’ nın etkisinin sınırlı olacağı da kesindir.
Başka ifadelerle söylemek gerekirse, para basılması tek çare olarak görülmekte ve basılan paranın doğrudan sisteme enjekte edilmesi problemin çözümünde önemli bir adım olarak addedilmekte. Normal zamanlarda bu miktarda (100 Milyar TL’ den bahsedilmekte) bir para basma sonucu hiperenflasyon riski olsa dahi, şu andaki tüketim kısıtlarından dolayı enflasyonist bir baskının olmayacağı da tahmin edilebilir. Bununla birlikte, enflasyon artsa dahi bu göze alınabilecek bir risk şu aşamada. Zira, uygulanmaması halinde ortaya çıkacak olan tahribat çok daha büyük boyutta olacaktır. Piyasaya sürülen paranın bir program çerçevesinde tekrar toplanması halinde ise, bu risk de minimize edilecektir. Tabii ki başka bir perspektiften, özellikle gıda tarafında yaşanabilecek bir kıtlık neticesinde fiyatların çok yukarılara taşınması ihtimalinden de bahsetmek gerekiyor.
Koronavirüs salgınına yakalandığımız şartlar da göz önünde bulundurulmalı ve zaten tehlike sinyalleri veren, merkez bankası rezervleri düşük, enflasyonu yüksek, döviz cinsinden borç baskısı altında, ithalata bağımlı ve bütçe açığına sahip bir ekonomi için acil ve etkili önlemler alınmalıdır.
Diğer Koronavirüs yazılarına ulaşmak için;
Bir yanıt yazın